4 Şubat 2025 Salı

Şark Bülbülü Diyarbakırlı Celal Güzelses (*)

Çocukluğumun geçtiği Ağın’da elektrik yoktu, ancak 1969'da ben yirmi yaşındayken geldi. Ülkeyle bağı haftada bir toprak yoldan gelen posta arabasıyla ve manyetolu PTT’deki telefonla sağlanıyordu. Posta arabasıyla gelen gazeteler en erken 5-6 günlük olurdu. Telefonla konuşmak için de neredeyse tam gün postahanede hattın bağlanmasını beklemek gerekiyordu.
Müzik dinlemek için ise üç olanak vardı. İlki yılda birkaç kere yapılan düğünlerde çalınan, klarnet, keman, cümbüş ve davuldan oluşan çalgıydı. İkincisi Berec marka (anot ve katot) kocaman pillerin enerjisini sağladığı lambalı radyoydu. Pilleri de sanıyorum hem çok pahalı hem de bulunması zor olduğu için çok az çalınırdı. Sabahları arada Yurttan Sesler programında türkü ve akşamları yine arada ajans haberleri dinlenirdi. Müzik olarak dinlediğimiz üçüncü olanak sanıyorum sadece bizde bulunan gramofonda çalınan türkülerdi. Gramofonu annem kullanmazdı, benim zembereğini çevirmeye gücüm yetmediği içi babam çalardı. Çok da plak yoktu, 5-6 taş plak ancak vardı herhalde. Bunlardan en çok dinlenen de bir adı da Şark Bülbülü olan Diyarbakırlı Celal Güzelses'in plağıydı.
Plak çalmak biraz da törensel bir havada yapılırdı. Babam pikabı getirir kurar, plağı yerleştirir ve dikkatlice iğne kafasını yerine koyunca çalmaya başlardı. Gramofonun zembereği kırıldığı zaman babam söker, atölyesinde kırılan yerin iki ucunu ısıtır deler ve perçinlerdi, ben de pür dikkat onu izlerdim. Çocukluğumdan kalma müzik sesi Gani dayının klarneti, Celal Güzelses ve Yurttan sesler türküleriydi. Yetmiş yıl sonra bile her üçü de hâlâ hoş etkisini sürdürüyor. 1978 yılı Türkiye İşçi Partisi bölgede kongre ve örgütlenme çalışmalarına destek için Diyarbakır’da aralıklı birkaç ay kaldım. Geceleri partili Zülküf’ün evinde kalıyor, sabah bir kebapçıda çorba içtikten sonra partiye gidiyordum. Sulu yemek yapan lokanta yoktu, arayıp sorup binaların arasında kalmış avlu gibi bir yerde çok camlı tek katlı kapısı da camlı bir lokanta bulmuştum. Diyarbakır’da olduğum günlerde öğle yemeğimi orada yiyordum. Orta yaşlarda efendi biri işletiyordu. O yıllarda Güneydoğuya giden benim gibi uzun boylu gözlüklü ve çoğunlukla elinde bir çantayla gezen biri mutlaka 'devletin görevlisidir' gözüyle bakılır mesafeli bir saygı gösterilirdi. Doğrusu ben bundan çoğunlukla da memnundum. Lokantacı da bana karşı hep saygılı davranıyordu zamanla da aramızda bir dostluk bağı oluşmuştu. Diyarbakır il örgütü kongresi yapılacaktı. Kongrenin akşamı da bir gece düzenleme kararı almış, bunun için İstanbul’a dönmüş, Genco Erkal’ın da gelmesini Nurten Tuç ile sağlamıştık. Gecede bizim Şişli ilçesinden, fabrikada çalışıp hukuk okuyan Derviş Parlak da ilk kez sahneye çıkmak üzere gelmeye ikna etmiş tekrar Diyarbakır’a dönmüştüm. Kongreden bir gün önce parti genel sekreteri Nihat Sargın da gelmişti. Diyarbakırlı parti kurucusu, eski milletvekili Tarık Ziya Ekinci, Nihat Bey için Demir otelde akşam kaburga dolması ziyafeti verecekti. Beni de davet etti. Daha önce de benzer davete katılmış ve pek sıkılmıştım. Tarık Abiyi kırmamak ve tabii gerçeği de söyleyemediğim için evinde kaldığım Zülküf’ün o akşam benim için memleket yemekleri hazırladığını, gitmezsem çok ayıp olacağını ve bu nedenle gelemeyeceğimi söyledim.
Biz akşam Zülküf’le partiden çıktık, öğlenleri yemek yediğim lokantanın açık olacağını umarak oraya doğru yürürken, arkamızdan “bensiz nasıl kaytarırsınız” diyen Partinin Merkez Yönetim Kurulu üyesi hemşerim Yalçın Cerit aramıza girdi. Biz üçümüz sadece banim bildiğim lokantaya gittik. Pencere perdeleri kapalıydı, sadece kapının perdesi açıktı, ışıklar da yandığı için bir umut kapıyı yokladım, kilitliydi. İçeride lokantacı çiğ köfte yoğuruyordu, beni görünce hemen geldi kapıyı açtı, içeride masalar uzunlamasına birleştirilmiş 20-25 kişi yemek yiyordu geri çekilerek rahatsız etmeyelim dedim. Buyurun buyurun yabancı değiller, diyerek bizi içeri aldı, kapıyı da kilitledi. Afiyet olsun diyerek içeri girdik. 8-10 masanın çoğunu birleştirmişlerdi. Bize de nereden bulduysa hemen bir masa ayarladı. Biz de bir şeyler söyledik, kalabalık masaya kadeh kaldırarak akşamımıza başladık. Biraz sonra yan masadan bir tepside çiğ köfte ikramı geldi. Ben ayağa kalkarak elimi göğsüme götürüp eğilerek teşekkür ettim. Onlar da aynı şekilde karşılık verdi. Bizim de bir ikramda bulunmamız hoş olurdu ama ne gönderebilirdik? Zaten lokanta akşam kapalıyken, önce dostları sonra da bizim için açmıştı kapıyı. O yıllarda herkes sigara içiyordu. Zaten içmeyen yadırganıyordu. Çoğunlukla tercihimiz de 'Samsun' isimli sigaraydı. Güzel sigaraydı ama epey bir zamandır önce tadı bozulmuş sonra da sarı olan filtresi beyaz yapılınca tatsızlık katlanmıştı. Eski ve güzel olan sarı filtreli Samsun deyim yerindeyse karaborsaydı ve bulunmuyordu. Yurt dışında satılan eksport Samsun ise en iyisiydi ve doğal olarak hiç bulunmuyordu. Bende de yurt dışından gelen birinden aldığım iki paket sigaranın birini açmıştım, diğeri cebimdeydi. Açılmamış olanı açtım, ikramlarda yapıldığı gibi birkaç sigarayı biraz dışarı çıkardım, lokantacıyla yan masaya gönderdim. Sigarayı her alan ayağa kalkıyor, elini göğsüne götürüyor ve hafifçe eğiliyordu, ben de aynı hareketi yapıyordum doğal alarak. Bir paket sigara bitti açık olanı da gönderdim.
İkinci kadehler içilirken yan masadan Diyarbakır’lı Celal Güzelses türkü söylemeye başlamasın mı, çocukluğumdan beri duymamıştım ve nereden baksan 20 yıl geçmişti ve donmuş kalmıştım. Lokantacıya işaret ettim, o da uzun masaya oturmuş arkadaşlarına katılmıştı, geldi. Bu Diyabakır’lı Celal Güzelses değil mi? dedim. O da şaşırdı benim tanıdığıma, çok benziyor, hatta aynısı değil mi? dedi, evet dedim. O da, bu Celal’in yeğeni terzi (?) dedi. Anlaşılmıştı, aynı aile aynı ortam ve aynı güzel ses, Diyarbakır’lı Celal Güzelses. Biz uzun masadan erken kalktık masa başında aynı saygı hareketini karşılıklı yaparak çıktık. Böyle bir akşam, böyle bir güzel anı bıraktı. Epeyce bir zamandır, Diyarbakır’lı Celal’in temiz bir taş plağını arıyorum ama bulamıyorum. Bir kez ciddi bir para ödeyerek aldım fakat o kadar kötüydü ki sinirlenip attım. Bizdeki çoktan kayboldu. Gramofon ise bende. Tamir edeyim dedim söktüm, yine zembereği kırıktı, evde onu tamir etmem de olanaksız. Ama Diyarbakır’lı Celal’in plağını bulursam o zembereği yapıp, yaptırıp dinlemek şart olur. (*) https://youtu.be/hQQNGtzz9iM?si=GZHp7kWJ7Yb9IQmt

2 yorum:

  1. Merhaba.
    Plağı bulamazsanız da zembereği yapınız, başka taş plakları bulabilirsiniz. Saygılar sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Öneriniz için teşekkür ederim. Aynı düşüncedeyim, hem babamın anısı, hem taş plağın farklı sesi için bunu yapacağım, çok zor olsa da

    YanıtlaSil