7 Şubat 2025 Cuma

VENCEREMOS (KAZANACAĞIZ)

Venceremos (*)
Şili'den gelen duygulandıran gözyaşı
Söz uçar yazı kalır denir. Bu gerçekten de böyledir. Ne zaman söylenmeye başlanmış bilmiyorum ama ilk gençliğimden beri bildiğime göre benden çok eskilere, belki de yazının yaygın kullanılmaya başladığı çok eski tarihlere dayanmalı bu deyişin kökeni. Ama bunun doğruluğuna inanıyorum. Söz söyleyenin konuşmasına ve yaşamına bağlı olduğu için, devam etse de ağızdan ağza zaman içinde erir veya tümüyle değişime uğrar ve büyük olasılıkla da unutulur gider. Burada yazıdan kastedilen kâğıda yazılandır. Yoksa bugünkü gibi internet ortamında yazılanlar kastedilmemiştir. Ben dijital ortamda paylaşılan yazıların da çok kalıcı olduğuna inanmıyorum. İki nedenle inanmıyorum; önce teknik olarak bu yazıların yüzlerce binlerce yıl saklanabileceğini sanmıyorum. Binlerce yıllık kitaplar olduğunu biliyoruz. İkinci nedenim de, o kadar yazı, fikir ve görsel bombardımanı altında kalıyoruz ki, yazı enflasyonu desem hafif kalır. Okunan izlenen şey kısa bir süre sonra unutulup gidiyor. Emektar daktilom duruyor, kullanılır halde. Karbonlu şeridi var kâğıt da var ama ben burada dijital ortamda yazıyorum. Hiç ses çıkarmadan sessizce. Daktilo olsa ne kadar keyifli olurdu, kâğıt değiştirmek, her satır başında şaryoyu çekmek ve her tuşa basarken çıkan o muhteşem ses, diye düşünüyorum. Ama bugünkü şartlarda yapabileceğim ancak bu. Daha kolaylıkla birçok insana ulaştırmanın yolu bu. Yaşanmışlıkların anlatılması ve yazıya dökülmesini önemsiyorum, bu nedenle de kendim yazmaya çalıştıkça çevremdekileri de teşvik ediyorum. Dostlarımın beni teşvik etmesi gibi. Bu yazıda anlatacağım yaşanmışlık, Türkiye İşçi Partisi’nin (Komünist) Kasım 1976'da düzenlediği Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi etkinliklerinin İstanbul'dakinde görev aldığım bölümden olacak.
Bilirsiniz yazılarımda yaşanmışlığın zaman içinde doğal olarak uğradığı değişimlerden olabildiğince arındırarak yazmaya çalışıyorum. Zaten o nedenle bloğumun adı da "oldugugibi". Şili’de 11 Eylül 1973 tarihinde iktidardaki Marksist lider Salvador Allende, ABD'nin desteğiyle karşıdevrimci faşist General Augusto Pinochet'in darbesiyle devrilmiş; komünistler, sosyalistler, devrimciler, yurtseverler, aydınlar, sanatçılar tutuklanmış, ağır işkenceler görmüş ve katliamlar yapılmış ülke karanlığa gömülmüştü. Sürgüne gidebilenler görece demokratik ülkelerde yaşamaya çalışıyorlardı. Tüm dünyada da Şili halkıyla dayanışma etkinlikleri düzenleniyordu. Biz de bu kanlı faşist darbeye karşı çıkmak, Şili Halkıyla dayanışmamızı göstermek için 1976 yılında Şilili sanatçılar İsabel Parra, Angel Parra ve Patricio Castillo’yu davet ederek, İzmir (13 Kasım), İstanbul (14 Kasım) ve Ankara'da (17 Kasım) kapalı salon toplantıları organize ettik. Daha ilk hazırlıklarda devletimizin buna şiddetle karşı çıkacağı ve üzerimize baskı uygulayacağı anlaşılınca ilçe örgütleri baskılara karşı uyarılmıştı.
İlk gece İzmir’de yapılacaktı. Şilili sanatçılar İzmir’e İstanbul aktarmalı gideceklerdi. Bu nedenle 2 saatten fazla havaalanında kalacakları için onları arkadaşlarımız karşılayıp alana yakın olan Çınar otele götürmüşlerdi. Orada Fransızca tercümanlık yapan partili arkadaşımız Raşit Kaya’nın anlatımıyla Behice Boran sürpriz yaparak karşılamış. Çok akıcı bir Fransızcayla sohbet etmiş ve Şili’deki darbeyi duyduğuyla ilgili şu anısını anlatmış. “Şili’de darbe olduğunu duyduğumda ben hapisteydim. Hapishane hayatı bana hiçbir zaman zor gelmemiştir ama o an sokağa çıkıp öfkemi haykıramayacağım için, öfkeden hapishaneye sığamaz hale geldim. Duvarları yumruklayıp yıkmak istedim.” İzmir toplantısında beklediğimizden fazla baskı ve terör uygulandı. Sanatçıların devletimiz tarafından İstanbul’a gelmeden İzmir’den yurtdışına çıkarılmaları da söz konusu olunca tam bir teyakkuz haline girdik. Bu nedenle sanatçılar İzmir’den uçağa partililerin korumasında bindirilmişti. Biz İstanbul'da tüm ilçelerin başkanları olarak ne pahasına olursa olsun onları Yeşilköy’den alacak ve kalacakları otele veya Partimize getirmek üzere görevlendirilmiş ve Yeşilköy havaalanına gitmiştik. Neyse ki, ciddi bir sorun çıkmadan kazasız belasız misafirlerimizi otele yerleştirmiştik.
Hazırlıklarımız aylar öncesinden başlamıştı. Önce Spor Sergi Salonu tutulmuş, ses ve sahne düzeni hazırlanmaya başlamıştı ve ardından ilçelerde bilgilendirme toplantıları yapılmıştı. Örgütümüz böylece hazırlanmıştı. En sona kalan da hep olduğu gibi önce davetiyelerin sonra duyuru afişlerinin hazırlanmasıydı. Ben de Şişli, Beşiktaş, Sarıyer ilçe başkanlığı dışında genel merkezin verdiği görevleri de yerine getiriyordum. Davetiyelerin tasarımını yaptırmış önlü arkalı onayını almış Alaş Ofset basımevine vermiştim. A.Bristol kartona basılacak davetiyelerin Şili bayrağı da olan ön kısmı renkli arkadaki metin kısmı tek renk siyahtı.
Bu hazırlıklar sürerken genel merkezin düzenlediği Merkez Eğitim Seminerinin birincisine tüm örgütten çağrılan 25 kişi katılmıştık, tam gün bir hafta sürüyordu. Eğitim, genel merkezin de olduğu binanın il Merkezinin salonunda yapılıyordu ve çok yoğun geçiyordu. Basımevi genel merkeze yakın olduğu için gerektiğinde gidip baskıları kontrol edebiliyordum. Davetiyeler anımsadığım kadarıyla sekizli olarak basılıyor ve hem baskı fiyatından hem kâğıttan tasarruf ediliyordu. Bir ara basımevine uğradığımda baskı işinin bittiğini kesim için kurumasının beklendiğini gördüm. Davetiyelerden bir tane elle keserek genel merkeze getirmiş ben de eğitime katılmıştım. Genel merkezden bir arkadaş gelerek beni yukarıya çağırdı. Anlaşılan önemliydi ki eğitimim bölünmüştü. Telaşla çıktım. Davetiye yönetici arkadaşların elinde arka kısmına bakıyorlardı. Arkada şunlar yazılmıştı “… Şilili sanatçılar İsabel….” Buradaki Şilili yanlışlıkla li eki koyulmamış “Şili sanatçılar” olarak yanlış hazırlanmış ve basılmıştı. Kaç insanım kontrol ettiği bu kısa metindeki hata görülmemişti. Yaşayanlar bilir, bu tür hatalar çok olur.
Her şeyin şirazesinden çıktığı gönümüzde "ne olur ki anlam bozulmuyor, kimse de fark etmez zaten" diyebilirsin ama o günlerde her şeyi çok ince eleyip sık dokuyan Partimizde bu kabul edilemezdi. Partinin ekonomik durumunu bildiğimden yeniden basmayı teklif edemezdim. Mutlaka bir çözüm bulunmalıydı, yoksa yeniden basılacaktı. Hemen basımevine gittim. Kafamdaki çözümü, basımevi sahiplerinden Ayhan veya Atalay’dan biri de söyledi. Arkasına tüm zemini kaplayıp alttaki yazıyı örtecek şekilde iki kat beyaz yaldız bastıktan sonra, üstüne davetiyenin düzgün metnini yine siyah olarak basarak halledebilirdik. Yoksa yaldız dışında beyaz veya başka bir renk boyayla kaç kat basarsak basalım alttaki yazıyı kesinlikle kapatmazdı. Yaldız çok örtücü ve alüminyum rengindeydi, hata anlaşılmayacağı gibi farklı da bir hava verir hoş da olabilirdi. Tek zorluğu bu mürekkebin kuruması çok zor olduğu için, zemin basılan her 3-5 tabaka üst üste gelmeyecek şekilde yayılması ve kuruması için beklenmesi gerekmesiydi. İlişkilerimiz çok iyi olduğundan basımevinin hem zemin baskısı için, hem ikinci kere basım için bir ücret talep etmesini beklemiyordum ve zaten etmediler de. Bu işi böylece masrafsız çözdükten sonra eğitimime döndüm. Davetiyeler düzeltildi, kesildi dağıtımı yapıldı, yaptığımız değişikliği kimse fark etmedi. Bu teknik hatadan bahsedince, belki daha sonra yazamam diye 'Savaşa Hayır' kampanyasında benzer dikkatsizliği de yazacağım. Parti Savaşa Hayır kampanyası düzenlemişti. Bunun için bir de afiş vardı. Afiş taslakları hazırlanmış, seçilmiş ve kontrolleri yapılmıştı. Geriye bastırmak ve ilçelere dağıtmak kalıyordu. Afiş 50x70 cm ebadındaydı. O zamanlar elle boyanarak, letrasetle(çıkartma yazı) yazılarak orijinal hazırlanıyor, bu önce basımevlerine ve reklam ajanslarına çalışan renk ayırımcılara veriliyordu. Renk ayırımcı bu çok renkli orijinali önce kamerada filtreyle 4 renge ayrılıyor sonra rötuş yapılıyordu. 4 renk değilse içeriğindeki renk kadar, küçük boyutta film olarak bizzat rötuşçu elle ve fırçayla rötuşlayarak ayırıyordu. Bu daha sonra filmciye gidiyor, filmci hem baskı için şart olan tramlama (her rengin gözle fark edilmeyecek kadar küçük nokta olarak ayrılması) işlemini yapıyor hem de baskı boyutunda 4 adet film çıkarıyordu. Şimdi nedenini anımsayamıyorum ama bu hazırlıklar gecikmiş, ilçelere afişleri vereceğimiz gün daha henüz filmler basımevine verilmemişti. Basımeviyle konuştum akşamdan başlayacaklar bir kısmını uzak ilçeler için önce bitirecek, kalanını da yakın ilçeler için devam edeceklerdi. Bitmezse da sabaha kadar baskı devam edecekti. Buna göre benim afişlerin bir kısmını daha akşamdan il merkezine götürmem gerekiyordu. Ama gittiğimde renk ayırımcının üzerinde çalıştığını gördüm. Ben de banyo kısmına yardım ederek bitirdik, daha önce haber verdiğimiz filmciye öğleden sonra götürdük, bizi bekliyordu. Ebatlar üzerinde zaten yazılıydı.
Akşama doğru renk ayırımcıyla filmciye gittik, filmi rulo yapmışlar bizi bekliyorlardı. Renk ayırımcı renkler için montajını yapacaktı. Ama ruloda bir tuhaflık olduğunu ben de fark ettim. Filmi bir açtık, yanlış ebatta yapmışlardı. 50 cm. olacak yeri 70 cm. olarak kameraya takınca 70 santimlik yer 98 cm olmuş ve basımı mümkün olmaktan çıkmıştı. Koşarak filmciye tekrar gittik, bekledik, çıkan filmi hemen kurutup montaj için götürülürken ben de diğer filmlerden biteni aceleyle montaja götürdüm. O andaki telaşımı şimdi bunları yazarken de yaşıyorum. Basımevi baskı için, afişleri almak için de il merkezine gelen ilçe yöneticileri bekliyordu. Gece de ilçelerde yüzlerce partili afişleri asmak üzere bekleyeceklerdi. Akşam geç saatlerde basımevine filmleri teslim ettim. Hemen iki makinede birden baskıya girdiler. Kazasız belâsız uzak ilçelerin afişlerini teslim ettim, diğerleri de artık aksamadan yürüyeceği için kendi ilçeme gittim. Gece afişleme yaptık, ben işimden sonra Cağaloğlu’na, işler için koşturduğum insanlara teşekkür etmek için gittim. Renk ayırımcı genç arkadaş epey şaşkındı. Akşam geç vakit verdiği filmlerin afişlerini sabah Paşabahçe’deki evinden iskeleye giderken duvarlarda yapıştırılmış halde görmüş. Bu gerçekten olağanüstü bir organizasyon ve süratti. Bunu her gelene anlattığı için partinin epey propagandasını yapmıştı. Ben yine Şili gecesine döneyim. Önceden basılıp dağıtılan davetiyelerin üyeler eliyle küçük bir bedel karşılığı dağıtımı yapılıyordu. Ben ilçedeki dağıtım işlerinin yanı sıra salondaki hazırlıklarla da boğuşmaktaydım. Sahneyi salonun maçların oynandığı bölüme kurmuştuk. Talep ve ilgi çok olduğu için sahnenin geri kalanına da bir yerlerden kiralayıp sandalye yerleştirmiştik. Tribünlere büyük afişler asılmış, sahne için ışıklar ayarlanmıştı. Ses düzeni gecenin yapılacağı gün sabah kurulacaktı. Şili’li sanatçılar İzmir’den baskılara, geri gönderme zorlamalarına rağmen İstanbul’a geldiler. Bugün tatsız bir olay da yaşamıştık. Arkadaşımız Nurettin Pirim'in babası Ankara'dan ailece arabasıyla İstanbul'a geceye gelirken yolda kaza geçirmiş, Nurettin'in teyzesi olmüş, diğerleri yaralanmış. Acil kan gerektiği haberini aldığımda Cerrahpaşa tıp fakültesine gittim, benim gibi çok arkadaşımız gelmişti. O gün öğlen il merkezinden çağırdılar, gittim. Bir ilçedeki arkadaşlar gece afişleme sırasında hep olageldiği gibi polis tarafından gözaltına alınmış, karakola götürülmüşler. Polisin masasının üzerinde gecenin davetiyelerinden varmış ama bir farklılık varmış. Ne fark olduğunu anlamamışlar ama eminlermiş. Arkadaşların da benim de ilk aklıma gelen polisin sahte davetiye bastığıydı. Bu kuşku İzmir’deki devlet terörünü de hesaba katınca hiç de yabana atılır bir düşünce olmuyordu. Geceyi provoke edebilirlerdi. Kapıdaki güvenliği ve kontrolü birkaç katına çıkarmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Kapıda o “farklı” davetiyelerden görülürse beni içerden çağırabilmeleri için kapıyla temas halinde olacaktık.
Gece başladı, gerçekten daha gecenin başlamasına çok zaman kaldığı halde salon neredeyse dolmuştu. O zaman Spor Sergi Sarayı Salonu trübinlerinde oturma yerleri sıra halinde ve numarasızdı, iyi bir yerde izlemek isteyenler önceden geliyordu. Salon artık tıklım tıklım olmuş ve ayakta durmak için bile yer kalmamıştı. Gece Behice Boran’ın açış konuşmasıyla başladı. Bu gece daha sonra yapılan uzunçalar (LP) olarak yapıldı. ( https://youtu.be/xE8nf02K2Sw?si=qKwD_7uHDUPv7xR1 ) Buradan izlenip dinlenebilir. Boran’ın konuşmasının ardından Rahmi Saltuk, Aziz Nesin, Onat Kutlar, Adalet Ağaoğlu, Tan Oral, Genco Erkal, ve Meral Taygun gecenin antifaşist bir sanat gösterisine dönüşmesini pekiştirdiler.
Gece coşkuyla devam ederken ben iki kamerayla aşağıda pür dikkat fotoğraf çekiyordum. Önceden haberleştiğimiz gibi kapıdan çağırdılar. Koşarak kapıya gittim. Girişteki arkadaşlar iki kişinin davetiyelerini görünce ablukaya almışlar beni bekliyorlardı. Davetiyeyi görünce müthiş rahatladım ve gülmeye başladım. Davetiye sahte değildi ama değişikti doğal olarak. O tarihlerde basılan her belge, devletin verdiği listeye göre valilik, emniyet, Ankara’daki büyük kütüphane gibi ilgili yerlere dağıtılıyordu; basımevleri bunu yapmak zorundaydı, vermemenin cezası da ağır olduğu için hiçbir basımevi bunu ihmal etmezdi. Davetiyeleri basan Alaş Ofset'teki arkadaşlar, bizim kâğıt masrafımızı önlemek, için dağıtımı yapılan bu davetiyeleri, arkası yanlış basılan, yani zemininde yaldız olmayan atmaları gereken davetiyelerin ayar nüshalarından vermişler. O zamanlar poliste devrimci polisler de vardı ve bunlar daha sonraki yıllarda Pol-Der adlı bir dernek de kurmuşlardı. Bozuk davetiyeyle girmeye çalışanların anlayışlı tavrından da muhtemelen devrimci polislerden olduğunu sanıyorum. Huzursuzluğumu üzerimden atmış olarak keyifle salona döndüm.
Biraz önce yazdığım gibi iki fotoğraf makinesi kullanıyordum, birine teleobjektif takılıydı. Salon kısmında olduğum için oturma yerlerini ve sahnedekileri yakın plan çekmem gerektiğinde teleobjektif kullanıyordum. Venceremos (*) şarkısına başladı Şilili sanatçılar. (Venceremos, faşist darbe sırasında devrimcilerin işkence için toplandığı Stadyumda bir daha gitar çalamaması için elleri kırılan ve sonrasında işkenceyle katledilen Victor Jara tarafından uyarlanan S.Allende’nin iktidara geldiği 1970 seçim kampanyasında da kullanılan bir Şili şarkısıdır) O sırada teleobjektifle sanatçılara odaklanmış yakın plân çekiyordum. Salondaki yaklaşık 13 bin insan Venceremos’u ayağa kalkarak ve hep bir ağızdan söylemeye başladığında Şilili sanatçıların yüzüne odaklanmıştım. Hiç unutamıyorum bu anımı da çok kez dostlarıma da anlattım. İsabel’in gözlerinde fark ettim, Şilili dostlarımızın gözlerinden yaşlar geliyordu, ağlıyor ama şarkıyı hiç bozmadan söylemeye devam ediyorlardı. Ben de duygulanmıştım. Düşün ülkenden binlerce kilometre uzaktasın, belki o güne kadar adını dahi duymadığın bir ülkede senin devrimci şarkını binlerce insan ezbere ayakta yüksek sesle söylüyordu. Bu dostlarımızı da haklı olarak duygulandırmıştı. O zamanlarda herkes sigara içiyordu ve salon mavi bir sis bulutu içindeydi. Fotoğraflarım için bunu hesaba katmış filtreler almıştım ama o ânı daha önceden kestirebilseydim, çok yakınlarında durup o gözyaşlarını kaydederdim. Oldukça uzaktan ve teleyle çektiğim için ve gözyaşını aradaki dumandan ayırması olanaksızdı ve öyle de oldu. Fotoğraflar var ama o gözyaşları görünmüyor. Ama böyle anılar da belleklerden silinmiyor. O muhteşem gecede çekilen fotoğraflar, parti genel merkezi tarafından çok şık bir albüm yapılarak Şilili devrimci dostlarımıza birer tane verildi. 
İstanbul'da güzel anılar bırakan dostlarımızı Ankara'da yapılacak gece için uçakla uğurladık. Uğurladık ama İzmir ve İstanbul'daki görkemli gecenin ardından  provakasyon çabaları da boşa çıkınca hükümet Şili'li sanatçıları sınırdışı etme kararı aldı. Böyle olunca da Ankara gecesi de yapılamayacaktı. Burada ciddi bir sorun ortaya çıkıyordu o da devrimci sanatçı dostlarımız Şili faşist hükümeti tarafından aranıyorlardı. Bizim iktidar tarafından sınır dışı edildiklerinde onları Şili'ye iade edecek bir ülkeye gönderilme olasılıkları vardı.
O sırada Ankara'da olanları Çankaya İlçe Yönetim Kurulu üyesi İlhan Nevşehirli'nin kaleminden aktarıyorum.
"Sınırdışı kararını duyunca çok telaşlandık. Telaşlanmamak mümkün değil, ya Şili’ye iade edilebilecekleri bir ülkeye yollanırlarsa?
İnisiyatifi ele almamız lâzım. En yakın uçuş Lufthansa’nın Almanya’ya giden uçağı. Bilet parası tamam da o zamanlarda ekran başında kredi kartıyla ödeme yapılamıyor, dakikaları sayarken parayı mecburen elden götüreceğiz,
Can (Açıkgöz), özlemle andığım Taner (Tuncel) ve şoför olarak ben gene sevgiyle yad ettiğim Ülkü (Durukan) ın metazori olarak el koyduğumuz Hacı Murat’ına atladık.
Ne kırmızı ne yeşil ne de herhangi bir trafik kuralı, topukluyoruz. Aksilik Lufthansa bürosu da zeminin bir üstünde. Kaldırıma çıkıp arabayı binanın kapısına dayadık.
Bilet parasını Can abim mi, Taner abim mi? ödedi, hatırlamıyorum.
Misafirlerimizi sağ salim uğurlayabilmek bir anlığına gösterinin iptaline duyduğumuz öfkeyi unutturdu."

(*) VENCEREMOS (KAZANACAĞIZ) 

 Fırtına yırtıyor sessizliği
 Ufuktan bir güneş doğuyor
Gecekondulardan geliyor halk
Tüm Şili şarkılar söylüyor 

Venceremos Venceremos
Kıralım zincirlerimizi 
Venceremos Venceremos!
Zulme ve yoksulluğa paydos

Şili'de halk bugün savaşıyor 
Cesaret ve aklın gücüyle 
Kahrolsun halkın katili cunta 
Yaşasın United Popula! 

Venceremos Venceremos!
Kıralım zincirlerimizi
Venceremos Venceremos! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder