Ben İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Türkiye İşçi Partisi Genel Merkezine bağlı “Örgüt Büro” görevlisiydim. Biz hem seçime girme hakkımızı riske atmamak için hem de doğrudan o yere giderek temas kurmanın doğru olduğunu düşündüğümüz için  beş kişiyi bir araya getirerek örgüt kuruyorduk. Bunların bir çoğu da sonradan örgütlenip kalıcı oluyordu. Böyle büyüyen epey örgütümüz vardı.
Van’dan önce Adıyaman’a kongre için yasal hazırlığı yapmak için gitmiştim. Küçük bir basımevi olan İl Başkanı arkadaşımızla kongre bildirim dilekçesini yazdık, Hükümet binasına ben götürdüm. Dilekçeyi verdim, alındıyı aldım. Vali Yardımcısı, partimiz yandaşı, Mustafa Farsakoğlu’nun odasına gittim. Sıcak karşıladı, “akşam çıkalım bir yerde oturalım, bizde kalırsın” teklifini onun işini riske atmamak için kabul etmedim, bunu kendisi de doğru karşıladı. Mustafa Farsakoğlu daha sonra Adalar Kaymakamı oldu, ardından orada Belediye Başkanı seçildi.
İl Başkanı arkadaşımız beni Merih Lokantası’na götürdü. Çok temiz, hoş görüntülü ve yemekleri de enfesti. Şarap içtik birer kadeh. Anadolu'da o yıllarda il ilçe yöneticileri çoğunlukla oradaki esnaf ve sanatkârlardan oluşurdu. Biri altmışlı yıllarda parti yöneticisi olan bu arkadaşlarla görüştük.
Ertesi gün bölgede politik bakımdan etkili olan bir genci belki örgütleriz diye görmeye gittik. Yakın bir merada davar otlatıyordu. Bir ağacın dibine oturduk, beni tanıştırdı arkadaşımız. Gencin sekter birisi olduğu daha ilk sözlerinden anlaşılmıştı. Bizim Merih Lokantası’na gittiğimizi duymuş, orada yemek yediğimiz için bizi eleştirmekle başlamıştı sözüne. Doğal ve doğru olarak elimiz boş ayrıldık yanından.
Yıllar sonra 2019 yılında bir bisiklet turunda yolum Adıyaman’dan geçti (https://osmansedat.blogspot.com/2020/12/trabzon-antakya-bisiklet-turu.html?m=1 .) Bir gün kaldım, çok değişmişti, neredeyse hiçbir yeri tanıyamadım. Basımevinin yerini buldum ama başka bir işletme vardı, içeride de gençler yer konusunda kuşkulu olduğum için girip sormadım.
Sabah erken Maraş’a doğru yola çıktığımda Vilayet binasının önünden geçtim, durdum baktım hiç değişmemişti.
Adıyaman’dan Van’a geldiğimde sabahın erken saatleriydi, belediye araçları yolları köpüklü suyla yıkıyorlardı; ilk dikkatimi çeken buydu. Anımsadığım kadarıyla Van Belediye Başkanı Adalet Partiliydi. İlçeler de bağımsızlar, AP ve CHP arasında ikişerli olarak eşit ölçüde bölünmüştü. 
Van’da sadece İl Yönetim Kurulu ve Merkez İlçe YK kurulmuştu, altmışlarda partili olan arkadaşların birçoğu yeni dönemde de üye oldukları için birçok yere göre oldukça örgütlüydü. İl Başkanlığını İsmail Ünay, İl Sekreterliğini  Tekin Yıldırım yürütüyordu. Hakkâri’de parti örgütleri hiç kurulmamıştı. Görevimiz Van’ı tüm ilçeleriyle örgütlemek, Hakkâri’de de en az bir ilçe kurmaktı. Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Diyarbakır İl Başkanı Nurettin Özvarış'a yardım için gelmiştim; o, ben ve Van örgütünden arkadaşlar bunu gerçekleştirecektik. Bu işleri yapmak için yasal süre 13 Nisan akşam saat 17.00'de bitiyordu. Ondan önce Van'ın tüm ilçelerinde (Başkale, Çatak, Erciş, Gevaş, Gürpınar, Muradiye, Özalp) kurucu beşer kişiyi bulacak, formu imzalatacak ve il veya ilçelerin emniyet müdürlüklerine alındı belgesi karşılığı teslim edecektik. Sonra Hakkâri’ye geçecektik. Önümüzde yaklaşık 1,5 ay zaman vardı. Altmışlarda partili olan arkadaşımız Erol Altaylı’nın eşyalı yeni evi bize bırakılmıştı; orayı merkez olarak kullanacak, Van’da kaldığımız sürede orada yatıp kalkacaktık. Ev bakımlı ve temiz bir evdi, hiçbir eksiğimiz yoktu. Evde çok kalamadığımız, ayrıca arada kahvaltı hariç hep dışarıda yemek yediğimiz için ev pek kirlenmiyordu.
Nurettin’le ve Van’lı arkadaşlarla planlamamızı ve görev bölüşümüzü yaptık. Van’daki arkadaşlar en büyük desteğimizdi, ilçelerde bağlantıları da vardı ve bu bizim için kolaylıktı. Onlarla da ilçeler bazında görev bölüşümü yaptık. Genel Merkezden 1960'larda partili olan bazı isimler verilmişti, fakat  Hakkâri’de tek isim vardı o da CHP il sekreteri eczacı İbrahim'di(?).
Türkiye'nin o günkü şartlarında örgütlenmenin doğası gereği, görüştüğümüz insanlar farklı nedenlerle partiye girmek ve kurucu olmak istemiyorlardı. Fakat örgütlenme çalışmamız yaygın olarak duyulmuştu. Tanımadığımız insanlardan kurucu olma istekleri de geliyordu. Aklımda kalanlardan biri de dozer operatörlüğünden emekli olmuş Gevaşlı bir devrimci Hızır (?) tek başına orada örgütü kurmuştu. Bir diğeri genel merkezden bize ismi de verilen Başkaleli Şemsettin Yazıcı idi; “Boynueğri” olarak tanınıyordu. Şemsettin’in abisi Necmettin altmışlarda TİP’ten milletvekili adayı olmuştu. Şemsettin ilk günlerde biz daha haber vermeden duymuş ve gelmişti. “Etkili bir şekilde kuralım, beş kişiyi de muhtarlardan oluşturalım, çok etkili olur” demiş ve bizi de bunu yapabileceğine ikna etmişti.
Bir buçuk ayda birçok zorluk aşılarak, Başkale ve Çatak hariç tümü kurulmuştu. Çatak’ta beş kişi bulunmuş sadece bir kişinin imzası eksikti, o da son gün imzalatılıp emniyete verilecekti. Kurulmayan ve 4 kişi bulunmayan tek ilçe Başkale’ydi. Son gün Çatak’ı kurma görevinı Van’lı arkadaşlara bırakıp, Nurettin arkadaşımızla Başkale’yi kurup Hakkâri’ye gidecektik ama Başkale’de henüz Şemsettin’den başka kimse yoktu. “Boynueğri” her görüşmemizde “bitmek üzere” diyordu ama son günde bile hiç kimseye imza attıramamıştı.
11 Nisan öğleden sonra dolmuşla tarifler üzerine adını da bildiğim köye gittim. Bir sınır köyüydü ve muhtemelen geçimlerini de kaçakçılıkla sağlıyorlardı. Başkale’ye varmadan yolda indim,  kayalık dik bir patika yoldan köye yürüdüm. Köye varmadan 'ıslık çalınarak' bir yabancının geldiği köye duyurulmuştu, kapıda karşıladılar. Evlerin neredeyse tümü çatısız yarı mağara şeklindeydi. “Boynueğri”nin evinde oturduk, dört kişiye imza attırdık, beşinci sınırdan geçip gelecekti; onu beklerken “Boynueğri”nin eşinin demlediği bol ve çok güzel kaçak çayı içtik. Odada kaç kişi olduğumuzu anımsamıyorum ama çay getirilen oldukça büyük tepsinin bardakla dolu olduğunu anımsıyorum. Geç vakit sınırdan gelen genç arkadaş mavzerini kapının arkasına yaslayıp yanımıza oturdu. İmzalar tamamdı. Hemen Şemsettin ve iki köylüyle beraber yola indik. Gece olmuştu, arabaları durdurmazsak durmazlar demişlerdi. Gerçekten de uzaktan bizi fark eden arabalar farlarını kapatıp dikkatlice bize yanaşıyorlardı. Bir ailenin arabasıyla Van’a geldim.
Van’da imzaları eksik kalmış olan tek ilçenin beş imzasının da tamamlandığını Nurettin eve girdiğimde göstererek beni sevindirmiş, ben de almış olduğum kurucu beş kişinin imzalarını göstermiş, birbirimizi kutlamıştık.
Başkale Hakkâri yolu üzerinde olduğu için sabah erken çıkıp, ilçe merkezi olarak bir adres belirleyip belgemizi verip geçecektik.
İl sekreteri Tekin arkadaşımızın arabasıyla erkenden yola çıktık. “Boynueğri” Başkale’de bizi kahvede bekliyordu. Nurettin ve Tekin arkadaşlarımız kahvede beklerken, biz köyün mektuplarının teslim edildiği, alışveriş yapılan bakkala gidip, ilçe merkezi yapmak üzere adresini alıp, oradan Emniyet Müdürlüğü’ne geçtik. İlçe Emniyet Müdürü ısrarla belgeyi almak istemiyor, sizin parti daha önce kuruldu, tekrar almam diyordu. İlçenin kuruluşunu da postayla kendilerine bildirdiğimizi söylüyordu. Bunu mümkün olmadığını, bizim mutlaka elden teslim edip, “alındı belgesi”ni aldığımızı, hiçbir yerde postayla örgüt kurmadığımızı söylüyordum. Odaya giren çıkan oluyor ciddi anlamda vakit kaybediyorduk. Hakkâri’ye geç kalacaktık. Gidemezsek parti Hakkari’de seçime giremeyecekti. Israrımla daha önce kurulan partinin belgelerini getirmeye razı oldu. Belgeler geldi, postayla kurulan parti TSİP idi. İsimlerden biri de altmışların sonunda partinin gençlik örgütü olan Sosyalist Gençlik Örgütü’nün İstanbul yöneticisi arkadaşımız Veli Gürcan’dı. Belgemizi verip alındısını alıp döndüğümüzde, iyice gecikmiş olduğumuz için kahvede bizi beklerken umudunu yitiren Nurettin arkadaşımızın  mutluluğu inanılmazdı. 
Bu arada kar yağışı başlamıştı. Hızla yola koyulduk. Kısa bir süre sonra da tipi başladı ama yavaş da olsa gidebiliyorduk. Yolu yarıladığımızda araba bozuldu ve kaldık. Şimdi arızanın ne olduğunu tam olarak anımsamıyorum ama daha önce de aynı arızayı verdiğini öğrendiğimizden, orada da bir tamircinin onarabileceği türden bir arıza olduğuna karar vermiştik. Umutsuzlukla bir arabanın gelmesini beklemeye başladık ama o havada araba da gelmiyordu. En sonunda karayollarının bir kamyonunu durdurup, Nurettin’le ben, Tekin’i, arabayı dağın başında bırakamayacağımız için orada bırakarak ve aklımız da onda kalarak, Hakkâri’ye öğlenden sonra varabildik.
İlde sadece bir tane olduğu için gideceğimiz eczaneyi hemen bulduk ama aksilikler peşimiz bırakmıyordu. Bize CHP il sekreteri olarak bildirilen eczacı orada yoktu ve bir aşiret meselesinden dolayı Adalet Partililer (AP), CHP’ye geçmiş, CHP’liler de AP’ye geçmişti. Yine de yardımı olurdu ama kendisi hastanedeydi ve bulamıyorlardı. O arada hep olduğu gibi TİP’lilerin partiyi kurmak için geldiği hızla yayılmıştı. Sevilen inşaat mühendisi Hakkârili biri heyecanla eczaneye girdiğinde havamız değişmişti. Eline aldığı üye formlarını sallayarak sokakta hızla yürürken bağırarak “em partiyê ava dikin, em partiyê ava dikin” (partiyi kuruyoruz, partiyi kuruyoruz) diye bağırarak gidişi görülmeye değerdi ve bu film karesi gibi belleğimde hala canlı. Beş kişi bulunmuş imzalar atılmış ama saat de 17.45 olmuştu. Yani evrakları teslim etmemiz gereken saati 45 dakika geçirmiştik. O gün partiye girmiş olan bir arkadaşımız “Emniyet Müdürü öğlenden sonra şehir lokaline gider, geç vakte kadar da oradan çıkmaz kumar oynar. Korkusundan da lokalin kapısında polis bekletir, içeriye tanımadık kimseyi sokturmaz. Yarın evine gidip, biz geldik ama siz yoktunuz, lokale de giremedik derseniz bir çözüm olabilir” önerisini getirdi. Emniyet Müdürü sürgün olarak buraya gönderilmiş. Biz bu öneriyi işe yarar bir öneri olarak kabul ederek sonuç alabileceğimizi düşündük, ayrıca denemekten bir şey de kaybetmezdik.
Belgeleri çoğaltmak gerekiyordu, tek fotokopi makinesi kırtasiyecide varmış, o da kapalıydı, evinden çağırdılar geldi. İspirtolu bir suya batırılarak çekilen çok eski bir makinede belgeleri çoğalttık.
Akşam ikinci kattaki bir lokantada yemek yedik. Bu akşamdan aklımda kalan tek şey yediğim kuru soğanın güzelliği ve lezzetiydi.
Sabah saat dokuzda Emniyet Müdürünün tek katlı evinin kapısını çalıyordum. Nurettin ve diğer arkadaşlar epey arkada bekliyorlardı. Resmi dairelerde işleri Kürt olmayan birinin yapmasının kolaylığını daha Diyarbakır’dayken öğrenmiştim.
Kapının arkasından duyulan zincir ve sürgü seslerinin ardından kapı aralandı, yeni uyanan müdür “ne istiyorsun” diye azarla başladı konuşmaya; Kürt olmayan birisinin kapısını çalmasından da şaşırdığını iyice belli ederek. Ben, vurgulayarak Türkiye İşçi Partisi Genel Merkezi'nden geldiğimi, Hakkâri merkez ilçe parti örgütünün kuruluş belgelerini vermek istediğimi söyledim. Yüzü iyice ekşidi. "Bugün Cumartesi, Pazartesi Emniyet Müdürlüğüne gelin" dedi sertçe. Ben, bir gün önce 16.30'da Emniyet Müdürlüğüne geldiğimizi,  kendilerinin lokalde olduğunu öğrendiğimizi, lokale geldiğimizde lokal kapısındaki memur arkadaşın tüm ısrarıma rağmen içeriye bırakmadığını,  kendisine de haber vermediğini, bizim bu dilekçeyi bir gün önce vermemiz gerektiğini, bunun seçimler için yasal zorunluluk olduğunu söyleyince, "gidin emniyette beni bekleyin" dedi, memnuniyetsiz bir yüzle.
Emniyet Müdürlüğü’nde bir odada tek başıma bekledim, bir memur geldi evraklarımı aldı gitti, biraz sonra “13 Nisan saat 16.30 tarihiyle teslim alındı” belgesini imzalı ve mühürlü olarak verdi.
Hakkâri’den Van’a Tekin arkadaşımızın o arada tamir edilen  arabasıyla geldik. Kurulmayan tek ilçe de kurulmuştu. Van tam teşekküllü olarak, Hakkâri’de ise bir ilçe kurulmuş, görevimizi tam olarak yerine getirmiştik. O akşam Van’daki son gecemizde kaç kişi olduğumuzu anımsamıyorum ama dört şişe şarap eşliğinde oldukça kalabalık olarak kutlama yaparken Genel Merkezden gelen kutlama telefonu da mutluluğumuzu katlamıştı.
(Örgütlenme çalışmalarında fotoğraf çekmediğim için bunları internetten buldum)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder